5 Mart 2010 Cuma

YALAN

Aksaray-Havalimanı. 1989’da ilk aşaması hizmete açılan hafif metro hattı. Gitmelere, yetişmelere, gelmelere götürür sizi hafta içi 06.00 - 00.30 saatleri arasında. Şehrin ortasına akar aksı çoğunlukla, okulumda okuyorsanız, Merter’de bir arkadaş evinde sabahlamışsanız. Bir yalanın ortasına da noktalanabilirsiniz, hakikate virgül de koyabilirsiniz sabah saatlerinde. Aksaray’dan aktarmayla Akademi’ye varabilirsiniz. Zeytinburnu - Kabataş hattı 2005 yılında yenilendi sizler için. Gerçeklerinizin tam ortasına, doğrularınızın uzağından yakınından geçmeyen paralellerinize çizilmiş diğer bir aks.


Şimdi İstanbul’a yarım saat uzaklıkta bir havalimanındayım. Telefonum çalıyor. Arayan bizim derginin kurucusu. Açamıyorum. İnsan yalanla ilgili bu kadar dürüst yazmaya çalışırken yalan söylemek istemiyor. Dürüst olmak da istemiyor sanırım… Açmıyorum telefonu sonuç olarak işte. Bir işim yok benim zaten, olsun da istemiyorum. Buyurun bir yalan size. Aslında yalan dediğimiz kavram - bir dakika telefonunuz çalıyor, sıra sizde. Açabilecek misiniz?

-Alo anne? ( Şaşırtıyorsunuz beni)

-Yavrum. Nerdesin?

-Yurttayım anne. ( Sevgilinize üzerinizden kalkması için kaş göz ediyorsunuz, sanki yalan söylemek için usturuplu olmak gerek. )

-Tamam canım. Yedin mi yemeğini?

-Yemedim anne, birazdan yiyeceğim. ( Göz kırpıyorsunuz, gülüyorsunuz sevgilinizle beraber.)

-Tamam yavrum. Hadi öptüm seni.

-Ben de.

İstanbul’da bir arkadaş evindesiniz. Geldiğiniz yerde bu kadar kolay değildi yalan söylemek, bilirim. Fonda Radiohead’den Karmapolis, şimdi bu şehrin en güzel akşamlarından birinde çok sevdiğiniz bir filmin kastındasınız istemeden. Karşınızda hayatınız boyunca size en güzel bakmış ve bakmış olacak gözlerle klasik bir ironiyi yaşatmaya çalışıyorsunuz. Hal bu ki yapmaya çalıştığınızın aksine mantığınızla halletmeniz gereken bir durum şu ironi. Siz zannederken zannetmenin en büyük ahmaklık olduğunu, size bu satırları yazmaya çalışan bana bir cümle kuruyor kareli bir masa örtüsünün üzerinde: “Kadın olmak da, e tabi yalan söylemek de zor zanaat be kızım, hele ki bu şehirde.” (Kareli masa örtülerini ben bilmiyorum ama masa örtüsünün tekerlek kadar eski olduğunu sizin de bildiğinizi umabiliyorum sadece.)

Aksaray - Havalimanı hafif metro hattındayım, ilk duraktayım. Neresi son olsun istiyorsam aksi taraftayım işte. Hayatımın en büyük dürüstlüğüne son vermek için yola çıkmak üzereyim. Size kendimden bahsetmemeyi çok isterim ama yola çıktım bile. Ne diyordum telefonunuz çalmadan önce? Yalan diyordum. Sizin doğru olmadığını bildiğiniz ama başkası doğru bilsin istediğiniz, bazılarına av olmamak için doğuştan bahşedilen, kimilerine hayat veren kimi hayatları zehreden, savaşın ortasında cephe değiştirten, bir imparatorluğu yıkıp bir başkasına da kader tayin eden bir ifadedir. Bu yeteneğiniz sayesinde Nobel Ödülü bile alabileceğiniz bir ifade, bir - kimi zaman zincirleme olmasından ötürü birden fazla - harekettir. Bir yalandan ya da yalan dizisinden çok daha fazlasını hak ettiğinizi düşünürsünüz bazı zamanlar, eminim. Bu kentin neresinde olduğunuzu, - klişe bir biçimde - aynadakinin kim olduğunu anlamadığınız günlerde, aklınız belki de şu düzene terslenirken paralelde teslim edeceğiniz o küçücük sembollerden birindedir. Siz yeterince dürüst olsanız gözlerinize dair hiç söylenmemiş olacak yalanlardan birinde, gözündeki morluğa kapıyla samimiyetini yükleyen annenizde, annenizi endişelendirmek istemeyen sizde, dışlanmış ama başarısına dil değmeyen o meşhur diktatörde, söylediği her yalanı gerçek zanneden şizofren bir gelinde ya da düştüğü adada herhangi bir hikaye kahramanlarından biri olmak istemeyen o adamdan edindiğiniz sonra da soğuk metallere teslim ettiğiniz bir cenin ve bunu bir kanguruya hiç söylemeyecek oluşunuzda kalmıştır aklınız.

Bu kentte doğmadım ben. Doğmayı da istemedim ama oldum olalı olmak en büyük hayalim. Bu kentte bulunmak ve bu kentte daha da olmak… Daha fazla yalana batmak, daha dürüst yazmaya çabalarken yazdıklarına sebep olmak. Olmak bir kez daha, bir yalandan yola çıktığını düşünürken sadece kendinden başladığını anlarken olmak. Kimlerin yalanı olduğunuzu, kimilerine yalan olduğunuzu ve kimlerle yalan olduğunuzu; söylediğiniz, size söylenen, söylettiğiniz ve size söyletilen yalanlarla olmak. Evet, yalan diyordum telefonunuz çalmadan önce. Bize nakşedilmiş güzelliklerden biri şu şehirde sanki ama ne yapsaydık yani, renklendirmese miydik bu kenti? Değiştirmese miydik “gelişmekte olan” kavramına sıkışıp kalmış ülkemizi? Yargılarım yaşımdan büyük bilirim. Belki de bilinçsiz, affedin ama fark edin renk verme çabasına itilmiş bu gençliği, fırça olup renge dokunmak isterken, palette boğulmuş bu ruh halini. Paletin de fırçanın da hangi zamanlara uzandığını hala bilmeyen beni.

Saygılarımı sunup veda ederken nostaljik tramvayın penceresinden yalansız bembeyaz bir kent dileyip, dürüst sıfatına layıklığınızı size göstermeyi çok isterim. Yaparım da, yalanlarına ortak bulmak isteği kaçınılmaz elbet insanoğlunda. Size ne kadar dürüst olduğunuzu söyleyenler bunu söylerken ve her söylediklerinde (her seferinde, söyledikleri her tümcede) ne kadar dürüstler? Bir de lütfen sormayı unutmayın bu sefer, hiç İstanbul’da bulunmuşlar mı kendileri acaba?

Duygu Koçer

1 yorum: