21 Nisan 2010 Çarşamba

SALINCAK

Yılkı atları misali bir yorgunluk



Bu genç yaşımda sis sirenleri



Mezuniyet için sözlü sınav bittiğinde Engin Bey doğu yeşili hareli gözlerini, açık kumral sakalı gür ve yıpranmış yüzünü (tüm yitik devrim hayalleri, işkence günleri ve hasretten prangalar eskitmelerden sonra elde kalan didaktik ve sonsuz gündelik işler silsilesi içinde Muş’lu bir adam: Engin Bey – edebiyat öğretmeni – ölümünden sonra Che Guavera) bana çevirdi ve genel eleştirilerini yaptı. Her zamanki gibi ortalama bir iş yaptığımı düşünüyordum ki Engin Bey kısa ve müzikal bir esten sonra benimle gurur duyduğunu söyledi. Bir gülümseme zorla büyüdü içimde.



Ve buhranlı bulantılı sıkıntılar


Soğuk algınlığı depresyonlar


Okul çantası ve cefakar büyüme sızıları



Sınav bitince çıkıyorum, hala mutluyum içimde uçuverecek bir kuş gibi korkuyla özgürlüğe açılıyorum: okul kapısından öğle vakti çıkmak! Mutluluk hemen serçelerin şaşkın ve nedensiz ataklığıyla kaçıvermek için fırsat kolluyor.

Otobüs bekliyorum durakta, gelip geçen küçük çocuklara acıyorum; daha kaç tane sınava girecekler, kaç kez okul yolunu bitkin dönerken otobüste ayakta kalmak istemeyen mor farlı komşu teyzeler altın günü dönüşü onları ayakta kalmaya zorlayacak ve terbiyesizliklerinden dem vuracak, kaç kez zayıf alacaklar, kaç kez ailelerini, öğretmenlerini ya da kopya için onlara güvenen arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratacaklar? Zavallı çocuklar…



Ve peltek körüklü otobüste gecekondu sıkışıklığı


Cehennemi inkar seansları ve östrojen


İnsan kokuları ve korkuları



Otobüse şeker pembesi baharlık montumla açık mavi gökyüzünün kıpırtısızlığına gülümseyerek biniyorum. Dinginlik ışıldıyor üzerimde, bu tüm mutsuz bakışları mıknatıs gibi çekiyor - kan kokusu alan köpek balıkları gibi… Fark ederler dinginliği ve fark ediyorlar.

“Hanımefendi öğrenci kartınızı gösteriniz!”

“Öğrenci kartım yanımda değil, artı miktar neyse ödeyeyim.”

Ödeyip uzaklaşıyorum. Şoför beni bozamamaktan huzursuz arkamdan duyulabilir şekilde mırıldanıyor: “Öğrenci değilsiniz zaten.” Siz diye hitap ediyor – zavallı adam puslu bir kahvehane aynası gibi kendine nasıl hitap edilirse öyle hitap etmeyi düşünerek değil yansıtarak becerebiliyor. (“Bu memuriyetle özdeşleşmiş sonsuz memnuniyetsizlik durumu.”) Adam o kadar hoyrat mırıldanıyor ki söylediği şeyi ancak bir iki saniye sonra anlıyorum ve cevap vermek için geç kalmış oluyorum.



İç bayan pahalı parfümler gibi yapışkan korku


Öylesine ki dehşet


var gücünle haykırsan da boşalmayan



Şu bir iki kuruş için kesilen faturalara bak, bu insanlar ki hepsi kirli yüzlü, pis sakallı yıkanmamış ve yıpranmış üniformalar giyen adamlar, adamcıklar, sonsuz bir sıkıntı içinde her huzura çomak sokmayı iş edinenler. Tek tek ancak bir deve dikeni kadar zararlılar fakat birleşince bir canavar ediyorlar.

Bu canavardan kaçma hayali kuruyorum, onların asla giremeyeceği yerlere: kütüphaneler, üniversiteler, müzeler, tiyatrolar ya da Beyoğlu bağımsız sinemaları…

Konak meydanını vapur için (deniz için) çakıllı yoldan yürüyerek aşarken bu canavarın parçaları beni gözetlemeye devam ediyor, bir an başlarını kaldırıp sarı ya da kanlı –yara gibi- gözleriyle bana bakıyorlar sonra başlarını çeviriyorlar – bana bakmaya bile tahammülleri yok – olmasında!



Faili meçhul bir güz akşam üstü


üzerimde pardösü ve lacivert kadife botlarla, İstanbul’da


burnum sürtülmüş kaldırım taşlarına



Onca platin saçlı güneş gözlüklü kadın varken bu tüküren, göbeğini kaşıyan, sümküren ve homurdanan yaratık niye beni izliyor? Bu kadar hasetli mi huzura bu tırnaklarının arası bir milim kir ve geçen mastürbasyondan kalma döl ile dolu adamlar?



cephanesi bitmiş öfkemin



Not alıyorum, sonsuz zihin notları, hep yazılacak öyküler var, bazen benden sadece bu kalıyor. Harikalar Diyarında havada sadece sırıtışı asılı kalan kedi gibi, varlığımdan sadece elim kalıyor geriye: yazan bir el.



devralmış hüzün vatani görevi


bir es


ve mutlak ateşkes vakti



Bu bahar günü tuhaf bir kıpırtı var içimde. Öylesine; yok yere: dilde erirken tat tomurcuklarında havai fişekler patlatan pembe pamuk şekeri gibi, bir akşam üstü alacasının dinginliği tenimde buğu gibi zerre zerre birikmiş bunca zaman, yeni fark ediyorum.



Yol bitiyor… Sınav çıkışı, eve dönüş.



İşgal edilmiş bir dönem gençliği ile salıncakta sallanmak


Ve uyumak hayali


DENİZ BAŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder