21 Nisan 2010 Çarşamba

Dosya- FORMÜL ÖZÜ

Çocukken dünyanın güzelliği bahçeden topladığım çiçeklerin çokluğu kadardı. Çünkü onları ezmek suretiyle, karıştırarak ne olduğu belirsiz, formül adı verilen bir karışıma dönüştürüyorduk. Ne kadar yabani papatya o kadar çok “ formül özü” demekti. Ne kadar çok formül özü, arkadaşlar tarafından o kadar kabul edilmek demekti. Bahçe ve balkona ilişkin anılarımı kendi zihnimde kurduğum kente aktarmak çok zor, çünkü gerçek kentle bağlantı kurmaya başladığım zamanlarda çocukluğum geride kalmıştı.




“Nerede oturuyorsunuz?” sorusuna 5 yaşından beri “Batıkent” diye cevap veriyorum (Ondan önceki oyun alanım olan Subay Evlerini ise, arkadaşım Eren anneannesinden sürekli dayak yediği için hatırlamamaya karar vermiştim).

Batıkent, Yenimahalle Belediyesi’ne bağlı, 1973 yılında Vedat Dolakay’ın belediye başkanı seçilmesiyle, çarpık kentleşmeye çözüm olması amacıyla üretilmiş bir projedir. Murat Karayalçın döneminde altyapısı sağlanmış, Melih Gökçek döneminde metro hattının tamamlanmasıyla, şehir merkezine 25 dk uzaklıkta, sitelerden oluşan bir yerleşim birimi haline gelişmiştir. En fazla 5 katlı binaların bulunduğu, bahçeli ve müstakil konutların yer aldığı Batıkent’in, şimdilerde, yeşil alan olarak ayrılmış parsellerin, 14 katlı yedişer tane devasa konutla kaplanmasıyla, kendi kendini çarpıttığına tanık oluyorum. En azından ben kendi çocukluğumda mutluyum, o zamanlar gözüme çarpık gelen pek az şey vardı, mesela dizlerim:



Dizlerim yara bere içinde bahçe duvarlarından tırmanıp, bahçedeki ardıç ağaçlarının meyveleriyle besleniyor süsü vererek izcilik oynardık. Şimdi Kevin Lynch’ten haberdar olduğuma göre, çocukluğumun unutulmaz nirengilerini sıralıyorum: Toplanıp yerden yüksek oynadığımız, sitenin ortasındaki küçük park çocukluğuma damgasını vurmuştur. Öğlen vakti 45 derece sıcaklıkta salıncakta gözlerim kapalı hırsla sallanırken midemin bulanışını hala hissedebilirim.

Evimizin önündeki sokak lambasının altında, daima çizili duran seksek tam bir odaktı işte! Evet evet, çünkü tam yanında çin-çan da oynardık. Orada yakan top da oynadığımızdan cılız kollarımla topu yeterince fırlatamadığım için dahil olduğum sosyal grubun içinde zayıf halka seçilirdim.

Sınır algım ise sadece saklambaç oynarken ortaya çıkardı, çam ağacı ve bahçe duvarları dışında, doğal ve yapay sınır tanımazdım. Sonraları sosyal sınırlarla karşılaştım ama Kevin Amca henüz onları benim için tanımlamamıştı.

On bir yaşımda, 2 tekerli ve vitesli bisikletim sayesinde, “bağlantılar” kurmayı başardım. Gerçi bu bağlantılar, evin 50 metre ötesindeki büfe ve parka çıkan dik yokuş arasında, trafiğin neredeyse olmadığı 3. dereceden yollardan oluşan bir güzergahtı. Yaşadığım her yer homojendi, ama en çok küçük parkımızı sevdiğimden, orası en yoğun eğlence bölgesiydi…



En son geçen yaz, çok da yıldız vardı, o küçük parkta çocukluğumu görmeye gittim. Nerde o eski çocuklar dedim, içlendim. Gökyüzü, yine bu parkta kahkahalar içinde, “daha hızlı salla baba, daha hızlı” diye haykırdığım o güzel gece gibiydi. Elimle havayı karıştırıp çocukluğuma bir selam çaktım, elbet yıldızlarda bir yerlerdeydi…

GÜLŞAH EKER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder